Gönül gözüm açılınca anladım; gecikme için kusura bakma…
Ben öyle en önden giderken VIP sanıyordum kendimi; oysa yıllarca kalbinde benim sandığım yer, aslında ancak tam dolunca açılan, muavin koltuğuymuş meğer… Başkası olsa benim yerimde, öyle uzun süre konforsuz gidemezdi. Ama ben rahatsız da olsa, kalbinin ön camından seyahat etmeyi sevmiştim: Seninle aynı açıdan görebilmeyi dünyayı…
Sorsan, bir açılır kapanır balıkçı taburesi de yeterdi bana. Birlikte yürürdük ve sen yorulunca -çünkü ben senin yanında yorulmazdım- açıp oturuverirdim yanına… Öyle salaş ve samimi; böyle mobil, nereye gidersen gelebilecek, mütevazi ve kendi halinde, açılır – kapanır kullanışlı küçük bir tabure…
Şimdi ise çok kullanılmış, eski ama sağlam, bir yanı kırık; mevsimlerden kış olsa da ahşap bir yazlık sandalyede oturup yazıyorum sana bunları. Hani sezonluk, hani geçici… Ancak mevsimi gelince hatırlanan; kış ayazında hırpalanıp, her yaz başı yeniden tamir edilen… Hasarlarının üstü rötüşlanan; sonra kaldığı yerden devam eden… Kalbinin ön camından buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Sanırım bir sahil kasabasından geçerken, o son koltuk da lazım olunca sana, beni buraya bırakıverdin…
Olsun. Ben buraları severim. Yazını gördüğün yerlerin kışını da görmeli insan. Çok beğendiğin bir teaserın ardından oturup filmin tamamını izlemek; bütünü görebilmek gibi… Sen yine de dönüşte al beni. Keşke, “Kalbinde yer yoksa bana güzelim; fark etmez ben ayakta da giderim.” sözü benden önce söylenmiş olmasaydı.Üslubuna uydurup yazardım ve cuk oturmaz mıydı buraya?… Ben şimdi, bir kolumla tutunup otobüs askısına; tutunduğum kolum uyuşunca diğerine geçe geçe, giderken geçtiğim yolları dönerken seyrederim. Hem ön camdan değil de bir başka açıdan bakarım bu sefer. “Bakış açın değişirse baktığın şey de değişir.” tezi gerçek miymiş teyid ederim…
Yol sandığımdan uzun; meğer çok uzaklaşmışız başladığımız yerden. Giderken zevkli olsun diye kıyı şeridinden gitmiştik, fark etmemişim. Dönüş, bir gece yarısı otobandan… Sen de girişte bariyeri otomatik açılıp, çıkışta elle itilen yabancı kökenli mağazalar gibisin. Oysa ben, misafir evden giderken, misafirin ayakkabılarını düzeltip rahat giysin diye doğru yöne çeviren bir kültürle yetiştim; garipsemem bundan.
Bilirim, artık yolunun üstü değil yollarım ama bana son bir iyilik yap. Evime en yakın yerde bırak beni: Daha fazla kaybolmayayım. Yön duygum iyi değildir; bakarsın şaşırıp kendimi başka yerlerden toplarım. Sonra maazallah bir bar taburesinden seslenesim gelir sana, içip içip içlenip; öyle olmasın… İçeri girdiğimden emin olayım, içim rahatlasın. Kapımı kapatıp iki tur da anahtar döndürdükten sonra, derin bir nefes alıp diyeyim ki kendime: “İnsanın evi gibisi yok.” Ancak eve dönünce biten tüm yolculuklarda olduğu gibi, kendimi usulca tek kişilik koltuğumun kollarına bırakayım. Geniş, rahat, yanında sehpası, üstünde battaniyesi olan: Yani benim için her şeyin düşünüldüğü…Simyacı’nın, sonunda hazinenin olduğu yeri anlaması gibi aydınlanıp, kendime sesleneyim usulca: “Uzun yoldan geldin, yorgunsundur, bir kahve?” Hay gözümü seveyim kendimin… Sadece gözümü değil, topyekün kendimi seveyim; hatta bir ben seveyim… Başka sevmek isteyen olursa diye, son bir kere de koltuğumdan sesleneyim herkese: “Geç kaldınız; bana kadar kaldım…”

İlgili yazılar